8 Mayıs 2009 Cuma

Sofistler Döneminde Ekonomik ve Sosyal Ortam

Sofistler Döneminde Ekonomik ve Sosyal Ortam

Pers Savaşları’nın sonu ile Peloponez Savaşı arasındaki dönemde Yunan sitelerinde büyük gelişmeler meydana geldi. Siteler arasında en başarılı olan Atina’dır. Atina, o dünyanın yıldızıdır. Atina’da sanayı ve ticaret hızla gelişti. Atina, bu dönemde, metal işlerinde, özellikle silah yapımında, mobilyacılık ve çömlekçilikte uzmanlaştı. Atina’da patronların ve ailelerin bizzat çalıştığı birçok küçük atölye vardı. Bu atölyelerde bir veya iki köle yardımcı olarak kullanılırdı. Gemi yapımı da gelişmişti. Küçük atölyelerin yanı sıra köle çalıştıran büyük işletmeler de ortaya çıktı. Üretimin çoğalması, zanaat ve ticaretle uğraşan toplum katmanlarını güçlendirdi. Bu katmanların arasında çelişki olmasına karşın, ticaret ve sanayinin gelişmesi ortak çıkarlarıydı. Özellikle deniz gücüne dayanılarak yapılan fetihler, tüccarlara yeni pazarlar açtı, özgür halkın zenginleşmesine neden oldu. [ Diakov-kovales(9) ]

Ticaret ve sanayideki gelişmeler, bu gelişmelerin emperyalist boyutlara ulaşması, Atina toplumunda önemli sosyal ve siyasal değişikliklerden biriydi. Atina’daki demokrasiyi, bu demokrasinin yıldızı Perikles şöyle anlatır:

Bizim komşularımızın yasalarına benzemeye çalışmayan bir siyasal sitemimiz vardır. Başkalarını taklit etmektense, onları örnek oluşturuyoruz. Sitemimize, azınlık değil çoğunluk tarafından yürütüldüğü için demokrasi deniyor. Özel eşitliği sağlar. Fakat kamu alanında, bir bireye verdiğimiz değer, statüsünden değil, becerisinden kaynaklanır. Yoksul bir kimse de, devlete verebileceği bir hizmet varsa, itibarı yoktur diye hizmetten alıkonamaz. Ortak konularımızı özgür insanlara yakışan bir biçinde yönetiriz… Özel işlemlerimizde de birbirimizi incitmeden bir araya geliriz. Kamu yaşamımınızda yasalara uymamazlık etmeyiz, çünkü biz hem yöneticilerimize, hem de yasalara karşı saygılıyızdır –özellikle bizi haksızlıklardan koruyan ve yazılı olmadığı halde uyulmaması ayıp kabul edilen yasalara… Güzelliği sevmemiz bizi savurgan kılmaz; bilgeliği sevmemiz bizi gevşetmez. Zenginliği övünmek için değil, daha iyi işler gerçekleştirmek için kullanırız. Yoksulluğa gelince, yoksul olduğunu itiraf etmek ayıp değildir; daha ayıp olanı yoksulluktan kurtulmak için çalışmaktan kaçınmaktır. İnsanlarımız hem özel hemde kamu işlerini birlikte yürütmeyi becerebilmektedirler ve çalışan diğer kişiler de hükümetleri hakkında yeterli bilgiye sahip olabilirler. Çünkü yanlız biz, yönetime katılmayan bir kimseyi, kendi işine baktığı için övmek yerine, yarasız bir insan olarak kınarız. ” [ Lipson (10) ]

Demokrasinin gelişmesi, aristokrat kültürü yetersiz duruma düşürdü. Aristokratik kültürün yerine yei bir kültürün gelmesi gerekti. Bu gereksinme sofistleri yarattı. [ Şenel(11) ] Sofistlerin en önemli ve ilk sofist Protagoras‘tır.

Kaynakça

(9) Diakov, V- Kovalev, S, İlkçağ tarihi, V Yayınları, 1987
(10) Lipson, L, Demokratik Uygarlık, Türkiye İş Bankası Yayını, 1984.
(11) Şenel, A, Yunanda Eşitlik ve Eşitsizlik Üstüne, Ankara Üniversitesi., 1970.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Nekromanti

Nekromanti

( Yun. nekros: Ölü; manteia: Orakl. ) Ölü ruhlarının çağırılması ve sorgulaması sanatı.

Antik çağda ölü orakl, her çeşit malumat için en emin kaynak sayılıyordu çünkü o zamanki inanç düşüncesine göre ölülerin ruhları uzak geçmişe ve geleceğe bakabiliyordu. En iyi bilgiler konusunda, yaşadığı dönemlerde mantik yetenekleri bulunan ölüler itimat ediliyordu. Örneğin bu şekilde Kral Saul Filistliler’e karşı yapacağı savaşta şansının ne olduğunu sormak için, Eyn Dor cadısının yardımıyla Kâhin Samuel’in ruhunu çağırtır ( 1. Sam. 28 ). Ve Homeros’ta Odysseus güzel kirke’nin tavsiyesi üzerine, büyük görücü Teirasias’ın ruhunu hades’ten getirmek için ölülerin ruhunu çağırır. Yunan eskiçağı birçok resmi ölü sorgulama mekânı tanımaktadır.

Bunlar genellikle ölüler diyarına girişlerin tahmin edildiği yerlerde, yani karanlık uçurumlarda, yer yarıklarında ya da derin mağaralarda ve kaya yarıklarında bulunuyorlardı. Efsaneye göre şarkıcı Orpheus’yun karısı Eurydike’yi geri getirmek için ölüler diyarına geçtiği ve Herodotos’a göre Korint Kralı Periandros’un bizzat öldürdüğü karısını sorguladığını söyleyen Thesprotia’da Akheron nehrindeki Ephyre mevkisi meşhurdur. Aenas’ın Hades’in derinliklerine gittiği ( Sibiller ) Cumae’nin Averner Gölü’ndeki ölü orakline de sıkça danışılmıştır. Bu resmi orakl yerlerinde çağırılan ruhlar, rahiplerin inkubasyon yolundaki kurban vermesi ve dua etmelerinden sonra, soruyu sorana rüyada görünüyorlardı. Daha sonra uzmanlar bu rüya görünümlerini yorumluyordu. Ölülerin ruhları ile daha yoğun bir temas isteniyorsa, doğudan alınan, çok daha sansasyonel büyü pratikleri de kullanılabiliyordu. Bu durumda ölülerin ruhları bağlantıyı profesyonel ruh çağırıcıları kuruyordu, genellikle gizli bilgileri ise özel öğreti kitaplarından, yani birkaç tanesi günümüze kadar gelmiş olan sihir papirüslerinden alıyorlardı. Daha sonra ölü ruhları, birçok demon sınıfı hiyeraşisine göre en alt demon olark ele alınıyordu.

Ölü demonların özelliği, kötü mizaçlı olmalarıydı ve ancan doğru uygulanan sorgulama ile istenen cevapları vermeye zorlanabiliyorlardı. Bu kadar hiddetli olmaları, dünyevi yaşantıya olan özlemlerine ve hâlâ yaşayan ruhları kısmanlarına bağlanıyordu. Erken vefat edenlerin, şiddetli ölenlerin, idam edilen veya cinayete kurban gidenlerin ya da intihar edenlerin ve kaza eseri ölmüşlerin ruhları daha öfkeli sayılıyordu. Bu ruhların, kendilerine biçilen yaşam zamanından önce bedenlerinden ayrılmak zorunda olmaları nedeniyle bedenlerini tamamen terk etmedikleri, ait ruhu büyüsel zorlama yöntemleri ile çağırabilir ve kendisine itaat etmesini sağlayabilirdi. Şiddet sonucu ölenler bir sorgulama için özellikle elverişli görülüyordu, fakat bu cesetler daima bulunamadığından, özellikle reşit olmayan çocuklar öldürülerek de sağlanabiliyordu. Ruh çağırmadan evvel cesetlerin tanımlanan ritüele göre sorgulama için hazırlanması gerekiyordu. Bu sadece karanlıkta, en iyisi dolanay gecesinde yapılıyordu, çünkü ölü demonlar ışığa katlanamıyordu. Ölünün tekrar bilinç ve düşünme yetisi elde etmesi için cesedin damarlarına, mümkünse siyah posta sahip yeni kesilmiş koyun kanı sıkılıyordu. Kana büyüsel maddeler ilva ediliyordu: Kuduz köpek salyası, vaşak iç organlarının özü, Mısır’dan toz haline getirilmiş yılanlar ya da okunmuş sihirli otlar ve zehirler bunlardan sayılıyordu. Süt, bal, su ve şarap ile kurbandan sonra ritüelin en önemli kısmına, Esrime altında ve sihir formülleri ile dualar zikredilerek yapılan gerçek ruh çağırmaya geçiliyordu. Önce, ölülerin demonlarını bırakması için, ölüler diyarının üst seviyesindeki tanrılıklara aforoz sözler yöneltiliyordu. Daha sonra dünyadaki mekânına geri dönmesi için demonun kendisi zorlanıyordu. Belirgin biçimde mukavemet gösteriyordu, tüyler ürpertici tehditler savruluyor ya da cesen canlı yılanlarla kamçılanıyordu. Eğer cesette demonun mağlubiyeti kabul ettiğini ve geri döndüğünü belirten bir işaret ortaya çıkarsa, sorgulama başlıyordu.

Resmi yasaklara rağmen yüzyıllar boyunca var olan nekromanti büyük başarısını şüphesiz korku uyandıran ritüellerin sunumuna ve bunların doğurduğu akıl almaz dehşete borçluydu. Bazı büyücüler seyircilerini, günümüzde “ Özel efekt ” denebilecek özel ilavelerle etkiliyordu: Örneğin bir dananın ince iç derisinden modellenmiş, bembeyaz kireçlenmiş ve içi kolay tutulaşabilir zift dolu bir ölü kafatası toprağa yerleştirilirdi. Bu kafatasından demonun sesi işitilirdi, aslında bu, altta gizli bir bölmede bulunan ve bir ses hunisi gibi çalışan leylek sesi çıkararak çare arayana hitap eden bir yardımcının sesiydi. Sorgulamaan sonfa kafatası, güya geride bir şey kalmayacak biçimde demon ile birlikte, etrafı kömürle donatılıp yakılır, duman içinde kurban edilir, kısa sürede yanarak yok olurdu.

Ölü oraklına antik dönemde çok danışılmıştır ve en şaşaalı dönemini Roma imparatorluk döneminde yaşamıştır. Ortaçağ’da nekromanti kavramı, yazım hatası yüzünden farklı bir anlam kazanmıştır. Nekromanti’den negromanti ortaya çıkmıştı ve bundan da nigromanti, yani kara büyü türetilmiştir. Kavram bu form ile birlikte yavaş yavaş tamamen sihirbazlık anlamını almıştır. Nigromanti adı altında ölülerin ruhlarının çağırılması, kilisenin tüm yasaklarına rağmen devam ediyordu. Ne kadar yaygın olduğu, birçok tarihi kaynaktan ispat edilmektedir: 27 Şubat 1318 tarihinde Papa XXII. Johann kısmen Papalık sarayındaki birçok ruhani ve dinsize karşı nigromantik ve diğer sanatlar nedeniyle araştırma başlatır. Papa XII. Benedikt Piskopos Wilhelm von Paris’e, tutuklanış bir İngiliz nigromantın, kendisinde bulunan ve el konulan sihir tablosu ile birlikte Papalık sarayına gönderilmesini emreder ( 13.4.1336 ). Engizisyon ve Nantes Piskoposu Gilles de Rais, Fransa Mareşali’ni nigromanti nedeniyle de mâhkum etmiş ve Nantes’de aforoz etmiştir. Floranslı Antonuis’un ( 1389-1459 ) batıl ve büyülü kitapların sahiplerini, günah çıkarmalarına izin verilmeyeceği tehdidi ile bunları yakmaya zorlamıştır.

Protagoras’ın Felsefesi

Protagoras'ın Felsefesi

Protagoras‘ın felsefesi hakkında yapılan açıklamalar, onun günümüze ulaşan ünlü parçasına dayanır. [ Guthrie (3)]

Protagoras’ın Eserlerinden Günümüze Ulaşan Parçalar ” başlıklı konuda 1. sırada verilen bu parçaya tekrar göz atalım: ” Herşeyin ölçüsü insandır, var olan şeylerin varlıklarının, var olmayan şeylerin yokluklarının ölçüsüdür.

Platon(17), ” Theaitetos ” adlı diyaloğunda, bu parçayı şöyle yorumlar:

Sokrates: ” Onun için sorunu yeniden ele al, bilginin özünün tayin etmeye uğraş. Fakat buna yetkili olmadığını sakın bir daha söyleme. Çünkü Tanrı ister, sen de gayret edersen, başarabilirsin. ”

Theaitetos: ” Mademki bu kadar candan teşvik ediyorsun, Sokrates, içimdeki, her ne olursa olsun, söylemeye çalışmamam ayıp olurdu. Böylece düşünceme göre bir şey bilen kimse bildiğini algılar. O halde, şimdilik görünürde, bilgi algıdan başka bir şey değildir. ”

Sokrates: ” İşte, doğrusu, iyisi de budur, oğlum. İnsan düşüncelerini böyle açıkca söylemeli. Ama haydi bunun gerçek bir ürün mü, yoksa kof bir görünüş mü olduğunu birlikte inceleyelim. Duyumun bilgi olduğunu iddia ediyorsun, değil mi ? ”

Theaitetos: ” Evet. ”

Sokrates: ” Muhakkak ki bilgi için hiç de kötü bir tanım vermedin. Tersine, Protagoras’ın da verdiği tanım budur. Yalnız o aynı şeyi başka şekilde söylüyordu. O, herşeyin ölçüsü insandır, var olan şeylerin varlıklarının, var olmayan şeylerin yokluklarının ölçüsüdür, bunu herhalde okumuşşundur, değil mi ? ”

Theaitetos: ” Kuşkusuz. Hem de birçok defalar. ”

Sokrates: ” O, şöyle bir şey kastetmiyor mu; şeyler bana nasıl görünüyorsa öyloe, sana nasıl görünüyorsa öyledir ? oysa bende senin gibi insanım. ”

Theaitetos: ” Evet o böyle düşünüyor. ”

Sokrates: ” Bilge bir adamın anlamsız bir şey söyleyeceği de kabul edilemez. Onun için Protagoras’ın düşüncelerini izleyelim. Esen aynı rüzgârın içimizden bazısını üşüttüğü, bazısının da hiç üşütmediği, bazısına hafif, bazısına da sert geldiğini çok kere olur değil mi ? ”

Theaitetos: ” Kuşkusuz. ”

Sokrates: ” Böyle olunca rüzgârın kendisine ‘ soğuk ‘ ya da ‘ soğuk değil ‘mi diyeceğiz, yoksa Protagoras’a uyarak üşüyenlere göre ‘ soğuk ‘, ötekiler için de böyle olmadığını mı söyleyeceğiz ? ”

Theaitetos: ” Sonuncuyu söyleyeceğiz. ”

Sokrates: ” O halde sıcak ve buna benzer bütün durumlarda görünüş ile duyum aynıdırlar, çünkü herkes onları böyle algılıyorsa herkes için de böyle olacaklardır. ”

Theaitetos: ” Kabul ediyorum. ”

Sokrates: ” Duyum, öyleyse, daima varlığa dayanır, yanılmaz. Yalnız, bu hal, duyum, bilgi olunca gerçekleşir ? ”

Theaitetos: ” Öyle görünüyor. “

Protagoras’ın savından ve Platon’un bu savı yorumlaşından anlaşılmaktadır ki, Protagoras’a göre bilgi, bilen ve bilinen, özne ve nesne arasındaki bir ilişkidir. Bilginin kaynağı algılardır. Eğer duyularının sağladığı veriler reddedilirse; hiçbir şeyin bilgisi olamaz. Şeylerin bize nasıl gördükleri duyularımıza bağlıdır ve bu görüntü, elimizde olan biricik veridir. O halde sadece genel ve zorunlu nitelikleri ile göz önüne alınan insanlık değil, zamanın herhangi bir noktasında birey, şeylerin ölçüsüdür. [ Lange(6), Thomson(18) ]
Devamı…

Mantık

Mantık

Mantık, doğru düşünme sanatı ve bilimidir. Mantıkta tümevarım, tümden-gelim, analoji gibi düşünme biçimleri kavram, çıkarım, öncül gibi ögeler ve özdeşlik, çelişmezlik, üçünlü hâlin imkansızlığı gibi aklın yasaları belirlenip tanımlanır. Mantığın formel ( Biçimsel ) mantık, ruhbilimsel mantık, transandantal mantık, modern mantık, iki değerli ve çok değerli mantık gibi alt biçimleri ortaya çıkmıştır. Sözü geçen düşünce biçimleri aynı zamanda bilimin de evreni ( bütünü ) kavrama çabasında kullandığı yöntemlerdir.

Düşünme tek başına var olan ve varlığını sürdüren bir edim olmayıp; uyarılma, algılama, duyumsama, yorumlama, akıl yürütme açıklama gibi birçok edimin bir bileşkesidir. Biz önce dışımızdaki objeler tarafından uyarılıyoruz, bunları duyu organlarımız yoluyla duyumsayıp algılıyoruz; sınıflandırıyoruz. Bunlara ilişkin yorumlar yapıp kavramsal açıklamalara, bilgilere ulaşıyoruz. Dış dünyayı gözlemeye, algılamaya başladığımız anda düşünme edimi de faaliyete geçiyor ve dışimızdaki her şeyle kurduğumuz özel iletişim, yaptığımız yorum, ulaştığımız bilgi ile tamamlanıyor, ama bu iletişim durmuyor hep bir sonraki iletişimin ön adımını oluşturuyor.

Mantıksal doğruluk tamamen biçimsel ( formel ) bir doğruluktur. Söz gelimi, ” Bütün hayvanlar memelidir, örümcek de bir hayvandır, o hâlde örümcek de memelidir. ” akıl yürütmesi özdeşlik ilkesine göre doğrudur. Mantıkçı, önermelerin içerikleriyle değil; yargılar, bilgiler arası ilişkilerin doğruluğu ile ilgilidir. Bilgi kuramcısı ya da bir bilim insanı da bilginin doğruluğunu temellendirirken mantıksal akıl yürütmelere dayanır, mantık onun bir aletidir.

Bilgi Kuramı-Epistemoloji

Bilgi Kuramı-Epistemoloji

Bilgi kuramı ( epistemoloji ) bilginin kaynaği, ilkeleri, yöntemi ve çeşitli bilgi alanları hakkında açıklamalar yapan, kısaca bilgiyi çözümleyen, eleştiren bir felsefe dalıdır. Bilgi kuramının kurucularından Locke’a göre bilgi kuramı ” Bilginin kökenini, doğruluğunu ve sınırlarını, buna göre de inanç, kanı ve yargılarımızın derece ve temellerini araştırır. ” Dolayısıyla bilgi kuramının temel problemi varlığın doğru bilgisinin edinilip edinilemiyeceğidir. Düşünce tarihi süresince bilgini kaynağı, doğruluğu ve geçerliliği / değerliliğine ilişkin ortaya çıkan farklı görüşlere göre usculuk ( akılcılık ), deneycilik, gerçekçilik ( realizm ), idealizm, sezgicilik, eleştiricilik gibi değişik kuramlar ortaya çıkmıştır.

Felsefe kuramları kendi felsefeleri doğrultusunda doğru bilgi için bir ölçütü ( akıl, deney, fayda, olgu, sezgi ve fenomen gibi ) temel alırlar. Söz gelimi doğru bilginin kaynağını usçular us ( akıl ), deneyciler ( empiristler )deney, duyumcular ( sensüalistler ) duyum, gerçekçiler ( realistler ) akıl ve deney, sezgiciler ( entüisyonistler ) sezgi, idealistler yanlızca akıl ve sezgi olarak belirlerler. Bilginin değeri konusunda ise dogmacılarla şüpheciler ( septikler ), nesnelciledrle ( objektivistler ) öznelciler ( subjektivistler ) ve mutlakçılarla ( saltıkçılar ) rölativistler ( görececiler ) çatışırlar.

Bilgi Kuramının Temel Kavramları

Bilgi Kuramının Temel Kavramları

Bilgi kuramının temel kavramları; bilgi, suje, obje, doğruluk, gerçeklik, mutlaklık ( saltıklık ), rölativite ( görecelik ) ve temellendirmedir.

Süje; Bilgiye ulaşmak için objeye yönele öznedir.

Obje; Sujenin bilgisini edinmek için yönelmiş olduğu şeydir. Söz gelimi ağaç, göç olgusu, Kurtuluş Savaşı, insan hakları, demokrasi kavramı suje için bir objedir. Bilginin ortaya çıkması için suje ile obje arasındaki ilişki temel şarttır.

Gerçeklik; İnsanın bilme ediminden ( bilinçten ) bağımsız olarak belirli bir zaman ve mekânda var olan her şeydir. Varlığun bir özelliğidir; varoluş tarzıdır. Gerçek, iddianın konusu olan; dış ( nesnel ) dünyada bulunan şeydir. Dış dünyadaki nesnelerin ya da olayların bu varoluş tarzını bilgi kuramı açıklar. Günlük yaşamdaki ” gerçekle ” bilgi kuramının ele aldığı ” gerçek “ farklıdır. Günlük yaşamda gerçek kavramı doğruluk ( hakikat ) kavramıyla karıştırılmakta ve bu iki kavram birbirinin yerine kullanılmaktadır.

Doğruluk ( Hakikat ); Bilginin, bilgisi edinilen ( gerçek varlığa ilişkin ) objeyle tam çakışmasıdır. Doğruluk, zihnin ürettiği önermenin ( yargının ) gerçeklikteki öbjeye, duruma tam olarak uyduğunda ortaya çıkar. Gerçeği yansıtan önerme doğru, yansıtmayan ise yanlıştır. “ İnsan ölümlü değildir. ” önermesi gerçeklikle örtüşmediği için yanlıştır. Doğru, gerçeğe ( gerçekliğe ) uygun olan demektir.

Yine bilgi kuramı kapsamındaki bir diğer kavram çifti ise mutlaklık ve göreliliktir. Mutlaklık; kendinden, kendiliğinden var olan ve kendiliğinden bilinen, değişmeyen hep aynı kalan şeylerin bir nitelemesi olup, görelilik bu niteliklerin tersini içeren bir nitelemedir. Yani, başka bir şeye bağlı olarak var olan ve bilinen, değişebilen şeydir göreli olan.

Temellendirme; İleri sürülen bir sav, bilgi için dayanak, gerekçe bulmaktır. Temellendirmenin basakları; ilgili konuyu derinlemesine, genişlemesine araştırmak, incelemek, çözümlemek ( analiz ), gerekçeleriyle betimlemek.

Üç Öğüt

Üç Öğüt

Avcının biri tuzak kurarak bir serçe avlamıştı. Tutunca aldı eline. Alır almaz Serçe dile geldi ve ,

Bugüne kadar… ‘ dedi. ‘ Sığır ve koyunları yedin. Yediklerini düşünsene. Doymadın mı da benim birkaç gramlık etime hevesleniyorsun ? Onlar seni doyurmadıysa ben ne yapabilirim ki ? ! bırak beni.

Avcı şaşırdı. Hem serçenin dile gelmesine hem de şimdiye kadar yediklerine. Serçe, sürdürdü konuşmasını,

Şayet bırakısan sana üç altın öğüt vereceğim. Bir lokma kuş etini mi tercih ediyorsun, ömrün boyunca yararını göreceğin üç öğüdü mü ? İyi düşün !

Avcı düşündü ve kararını verdi,

Kabul ‘ dedi. ‘ Seni bırakacağım. Neymiş bakalım bana vereceğin öğüt ?

Serçe,

Bir şartım var ama ! ‘ dedi.

Avcı,

Birde şart mı koşuyorsun bana ? ‘ diye sordu.

Serde,

Kabul edersen… ‘ deyince,

Peki ‘ dedi Avcı. ‘ Şartın neymiş bakalım ?

Öğüdün birini… ‘ dedi. Serçe. ‘ Elindeyken vereceğim, ikincisini karşıki damın üzerinde, sonuncusunu ise agaçta söyleyeceğim.

Avcu bunu da kabul etti.

Serçe,

Birinci nasihatim… ‘ dedi. ‘ Olmayacak şeyi söyleyenlere kim olursa olsun inanma !

Avcı avucunu açtı, bıraktı onu ‘ Pırrr ‘ diye uçarak karşıdaki evin damına kondu.

Olmuş şeye üzülme ! ‘ dedi. ‘ Kaçırdığın fırsatların arkasından asla kederlenme. Yaşadığın anın kıymetini bil, pişmanlıkla zamanı geçirme. ‘ dedi. ve ekledi, ‘ Karnımda paha biçilemez bir inci tanesi vardı benim. Ama kaçırdın onu. Kısmetin değilmiş.

Eyvah ! ‘ diye sızlandı Avcı. ‘ Ben ne yaptım, neden seni bıraktım ?

Serçe

Az önce ne söyledim sana ? Kaçırdığın şey için dövünmeyecek, pişmanlıkla vaktini geçirmeyeceksin. Ayırca ilk öğüdüm neydi unuttun mu ? Kim söylerse söylesin, olmayacak şeye inanma.

Avcı’nın aklı başına gelmişti. Serçe kendisiyle alay ediyordu besbelli.

Bir de… ‘ dedi. ‘ Şu üçüncü nasihatini görelim.

Serçe ağaçtaydı artık,

Boş ver onu ! ‘ dedi. ‘ İkinisini tuttun mu ki üçüncüsünü bekliyorsun ! Hadi bana eyvallah.

Ve uçup gitti gözden. Avcı şaşkınlık içinde bakakaldı arkasından.